Marksizm'in en temel bulgularından biri olan tarihsel materyalizm, bilimin toplumsal gelişmelere uygulanması ve toplumların genel hareket ve gelişme yasalarının diyalektik materyalist çözümlemesine dayanan tarih yorumunun adıdır. Toplumun ekonomik gelişmesinde, üretim ve dağıtım biçimlerindeki değişimlerde, buna bağlı olarak toplumun farklı sınıflara bölünmesinde ve bu sınıflar arasındaki mücadelede bütün önemli tarihsel olayların harekete geçirici gücü, temel nedenini araştıran tarihsel sürecin belli bir yorumunu ifade eder.Bir başka deyişle Tarihsel Materyalizm tarihsel süreç içinde toplumsal gelişmelerin nasıl ve neden gerçekleştiğini açıklar. Doğa olayları nasıl ki, doğa yasalarına bağlı olarak süregeliyorsa, toplumsal olaylar da toplumsal yasalara bağlı olarak ortaya çıkarlar. Toplumsal olgu ve dönüşümlerin coğrafi koşullardan etkilendiği, nüfusun artmasıyla ilişkili olduğu, kimi önderlerin bu olgu ve dönüşümlerde olumlu olumsuz etkidiği kabul edilse bile, tarihsel materyalizm, toplumsal değişimlerin temel nedeninin üretim tarzıyla ilişkili olduğunu ve değişimin, üretici güçlerin gelişmişliği oranında üretim ilişkilerinin de değişmek zorunda kaldığı bir diyalektik süreç olduğunu söyler.
Tarihsel materyalizm birtakım keyfi önermeler ve dogmalardan hareket etmez. Onun hareket noktası gerçek bireyler ve onların maddi yaşam koşullarıdır. Buna göre insanlar varoldukları toplumsal yapı içinde, kendi aralarında, kendi iradelerine bağlı olmayan ve adına üretim ilişkileri dediğimiz zorunlu ilişkiler geliştirirler. Bu üretim ilişkileri o insan toplumunun tarihsel süreç içindeki üretici güçlerinin gelişme derecesini gösterir. Üretim ilişkileri ve üretici güçlerin meydana getirdiği üretim tarzı da, aynı zamanda varolan toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. Bu anlamda Marks'ın da söylediği gibi, insanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir, tersine onların bilinçlerini belirleyen şey toplumsal varlıklarıdır. Bir başka deyişle, hangi toplumsal koşullar içinde bulunuyorsak, kendimizi o şekilde var eder, o şekilde düşünürüz. Belirleyici olan etken, ekonomik temel ve varolan nesnel koşullardır.
K.Marks ve F. Engels insanın toplumsal tarihini doğa tarihinin koşullu bir devamı olduğunu söyler. Bu anlamda toplumsal tarihin de tıpkı doğa tarihinin yasalarına benzer şekilde kendine özgü ve insan bilinci ve iradesinden bağımsız yasaları vardır. Toplumsal devinim bu nesnel yasalara bağlıdır. Üretim tarzının ve üretim biçimlerinin değişmesi toplumsal hareketin bağlı bulunduğu yasaları da değiştirir ve yeni yasalarla açıklanabilecek ilişkiler ortaya çıkarır. Bu anlamda eskinin tüm ilişki biçimleri zamanla ortadan kalkar ve yeninin gerektirdiği ilişkiler topluma egemen olur. Toplumsal tarihin maddi temelleri üretim araçları ve üretici güçler kavramları üzerinde yükselir.
Her insan topluluğu belli bir coğrafya üstünde belli bir nüfusa sahip olarak yaşar. Doğal ortam ve nüfus bir insan toplumunun olmazsa olmazıdır. Ne var ki toplum halinde yaşayabilmek için bunlar yetmez. İnsanlar sanatla, dinle, siyasetle uğraşmadan önce, yemek, içmek, barınmak gibi temel ihtiyaçlarını gidermek ve bunları elde edebilmek için de üretmek zorundadır. Yaşam için gerekli araçların üretilmesi aynı zamanda maddi yaşamın da yeniden üretilmesidir. Bu faaliyet insanı, doğaya uymak zorunda olan hayvandan da ayırır.
Üretmek insan toplumunu bir arada tutan en önemli faaliyet olmasının yanında, üretim güçleri de toplumun temelini yani ekonomik altyapısını oluştururlar. İnsanlığa özgü diğer güçler ise (siyasal, dinsel, bilimsel ve sanatsal etkinlikler) bu altyapının üstünde gelişirler. Bunlara toplumun ideolojik üstyapısı denir. Altyapı üstyapıyı belirlemesine karşın, üstyapının kayıtsız şartsız bir altyapı sonucu oluştuğu söylenemez. Aralarında hem bir belirleyicilik ve hem de karşılıklı etkileşim vardır.Toplumlar üretimi nasıl şekillendiriyor, ne tarzda gerçekleştiriyorsa ve hayatın yeniden üretimi sürecinde ne türden ilişkilere giriyorsa ve bu ilişkilerde hangi sınıf egemen durumundaysa, üstyapıyı oluşturan unsurlar da bu sınıfın çıkar ve ideolojisine göre biçimlenir. Her toplumda egemen olan düşünce, bu nedenle egemen sınıfların düşünceleridir. Her toplumun dinsel, ahlaki, felsefi ve hukuki yapısı yani üstyapısı temele siyaset yoluyla bağlanır ve böylece üstyapının altyapı üzerinde etkili olması sağlanır. Fakat genel olarak belirleyici olan hep altyapıdır.
Her toplumda birbiriyle çelişen ekonomik çıkarlar ve bu ekonomik çıkarların etrafında kümeleşen insanlar vardır. Toplumda, aynı ekonomik çıkarı ve aynı toplumsal durumu –koşulu- taşıyan bu insan gruplarına da sınıf adı verilir. Aralarında orta sınıflar, küçük üreticiler, perakendeciler, zanaatkarlar, köylüler gibi özel topluluklar da olsa, toplumsal çatışma iki ana sınıf üzerinden yürür. Ezenler ve ezilenler. Bir başka deyişle sömüren sınıfla sömürülen sınıf. Marks bu saptamayı yaptıktan sonra insanlığın günümüze kadar olan tarihinin, sınıflar çatışmasının tarihi olduğunu söyler .Bu anlamda tarihin hareket yasası sınıflar savaşımı temeline dayanır. Tarihte olan tüm siyasal, dinsel, felsefi ve ideolojik savaşımlar gerçekte toplumsal sınıflar arasındaki savaşımın açık ya da gizli anlatımından başka bir şey değildir.
“…Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası ezen ile ezilen, birbiriyle sürekli bir karşıtlık içinde bulunmuş, birbirine karşı gizli ya da açık kesintisiz bir mücadele sürdürmüş, bu mücadele ise nihayetinde ya tüm toplum yapısının devrimci dönüşümüne, ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüne yol açmıştır.(...) Feodal toplumun çökmesiyle birlikte ortaya çıkan modern burjuva toplumu, sınıf antagonizmasını ortadan kaldırmamış; yalnızca eski sınıfların yerine yenilerini, yeni baskı koşullarını ve yeni mücadele biçimlerini getirmiştir. Ne var ki, burjuvazinin dönemi olan çağımızın temel ayırt edici özelliği, sınıf antagonizmasının basitleşmiş olmasıdır. Yani toplumun tamamı gittikçe birbirine düşman iki safa, birbirine doğrudan karşıt iki büyük sınıfa ayrılıyor: burjuvazi ve proletarya." (1)
Egemen sınıflar kendi varlıklarının ve yaşam biçimlerinin devamı için hukuk ve siyaset örgütlenmeleri gibi zorunlu kurumları, din, felsefe ve sanat gibi etkinlikleri yaratırlar. Ayrıca, kendi ideolojilerine yarayacak, kendi iktidarlarını sürdürülmesini sağlayacak her türlü bilgi ve manipülasyon yolları çeşitli kitle iletişim kaynakları ve devletin resmi eğitim programlarıyla topluma aktarılır. Bu anlamda herhangi bir toplumun resmi ideolojisi, siyasal sistemi ve hukuku ülkedeki tüm sınıfların değil, iktidarı elinde bulunduran sınıfın çıkarını ve görüşünü temsil eder.
Ne var ki, bir toplumda egemen güçler lehine olan denge durumu geçici ve kararsız bir özellik gösterir. Karşıt sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin varlığı ve ekonomik ihtiyaçların üretim biçimleriyle birlikte sürekli olarak değişmesi toplum içinde sürekli bir çatışmanın varlığını ortaya koyar. Bu çatışma nesnel ve öznel koşulların da olgunlaşmasıyla, giderek, sömürülen sınıfın uzun süre baskı altında tutulan üretim güçleri üretim ilişkilerinde bir değişimi zorunlu hale getirir ve yeni bir topluma temel oluşturacak yeni bir üretim biçimi yaratırlar. Toplumsal tarihin bu tür dönemeçlerinde de, o zamana değin ezilen sınıf konumunda olan sınıflar kendi varlığının bilincine vararak, farklı ve yeni bir ahlak, yeni bir ideoloji ve bu ideolojiyle örtüşen yeni kurumlar yaratırlar. Toplumsal yapı bütünüyle değişir.
“…Gelişimlerinin belli bir evresinde toplumun maddi üretim güçleri, yürürlükteki üretim ilişkileriyle ya da bunların hukuki yansımasından başka bir şey olmayan ve o zamana kadar içlerinde etkin oldukları mülkiyet ilişkileriyle çatışırlar. Bu ilişkiler üretim güçlerinin gelişim biçimleri iken, bunların köstekleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim dönemi başlar. İktisadi temeldeki değişme, az ya da çok hızla, bütün muazzam yapıyı alt üst eder." (2)
Genel hatlarıyla Diyalektik Materyalizm’in tarih yorumu ya da bir diğer deyişle Tarihsel Materyalizm budur.
(1): K.Marks-F.Engels; Komünist Parti Manifestosu;Mep Kitaplığı; s.30.
(2): K.Marks; "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı"ya Önsöz; Felsefe İncelemeleri; Yordam Kitap; s.70.