Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Forumumuz Her Türlü Görüşe Açıktır. (Forum Kuralları Çerçevesinde!)
DurmaYAZ Forum Yönetimi!

 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Film Tavsiyeleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
MentaL
M€M€ÑTØ MØRÍ
M€M€ÑTØ MØRÍ
MentaL


Mesaj Sayısı : 127
Kayıt tarihi : 30/03/10
Yaş : 42

Film Tavsiyeleri Empty
MesajKonu: Film Tavsiyeleri   Film Tavsiyeleri EmptyPerş. Nis. 01, 2010 6:21 pm

Mutlaka izlenmeli dediğiniz filmleri kısa açıklamaları ile birlikte bu başlık altında paylaşalım.

Örneğin;

Dogville, Lars Von Trier (2005)
Sinemanın neliğine ya da ne olması gerektiğine dair belki de en fazla kafa yoran biri olarak Eisenstein 1920’ler gibi erken tarihte sinemanın henüz sınırlarının kavranamadığı bir dönemde kendi bakışını “Ben gerçekçilikten gerçeğin kendisine giderek kaçıyorum” diyerek belirtmişti. Trier’in sinemanın sınırlarını aşma deneyimi olarak Dogville biçimci minimalist yaklaşımıyla, egemen sinema izleyicisinin davetkar olabileceği bakma-görme mülkiyetine tam bir karşı çıkış. Yapılaşmış sinema diline ve göstergelerine karşı bu biçimci yaklaşım, sinemanın erken dönemlerinde Eisenstein’ın ifadesinde yer bulan sinema – gerçeklik ilişkisine yakınlaştırıyor Trier’i. Film mizanseni ilk bakışta egemen sinema yapılaşmış dilinden çok uzakta ve oldukça biçimci gibi dursa da bu biçimcilik Dogville’i gerçeğin kendisine götürüyor. Bir tiyatro sahnesini andıran film seti, olmayan kapılar, olmayan sokaklar, olmayan üzüm bağları, olmayan maden, olmayan Musa ve hiçbir “yardıma ihtiyacı olmayan” kasaba halkı. Dogville’i okumak, insanlarının içinde yer aldıkları etkileşimin bağlamını yaratan yapısal öğeleri söküme uğratmak, hem sinemanın özgürleşmesine katkısı hem de anlamın sınırlarında gezinen bir film olmak yerine merkezine yerleşmesi bakımından önem taşıyor. Öyle ki anlatıcının varlığı bile anlamı merkezden uzaklaştırmıyor. Bu anlamda Trier aslında gözlüklerin arkasından bakan yahut bakılan değil tam da gözlüğün kendisi olarak gösteriyor Dogville’ i.

İçinde bulunduğumuz toplumsal düzeni, dünyaya bakışımızı bizden ödünç alıyor ve sonra tekrar bize veriyor. Belki de bu yaklaşım insan doğası üzerindeki evrensel sayıtlıları görmemizi ve sorgulamamızı sağlıyor. Endişe karşısında başvurulan kendi kendimizi yönetme biçiminden (Grace’in hayatında ilk kez ağlaması), insanın başka insan üzerinde iktidar kurma biçimlerine kadar, iyi, doğru, ahlak, ceza, şiddet gibi pek çok fikrin Grace üzerinden sorgulanması onun bedeninin, kasabalının sahip olduğu düzenin potansiyel olarak kesintiye uğratılacağı bölge olması, ötekinin bedeni-aynının düzeni arasındaki çatışma, ancak “varlığı ortadan kaldırdığında var olan insan” ı güç patolojisiyle anlatırken, paternalist hükmetme iktidarının heryerdeliğine deyiniyor. Küresel kamusal alanın yokluğunda yaşadığımız bugünkü dünyada şiddet ve korku siyasetinin modern kölelik uygulamalarına kadar çok geçerli ve evrensel bir duruma gönderme yapan Dogville’deki sahte demokratik uygulamalar (kasaba halkının kilise de yaptığı toplantılar)’ da “biçimin” ne kadar “gerçek” olduğunu gösteriyor.

Dünya’nın bugününe baktığımızda antidemokratik olduğu iddia edilen ülkelere demokrasi ithal etmek amacıyla girişilen mücadelelerin sonucunda yaşanan insan hakları ihlallerini görüyorum Dogville’de. İnsanının evrensel doğası ile tarih boyunca değişime uğrayan insan doğası arasındaki sınırı görüyorum. Affetmek, ahlak ve kibir üzerinde filmden anımsadıklarımız sanki Nietzsche’den bir pasaj okuyormuşuz hissi veriyor: erdemli olmak ne kadar insana içkinse erdemsizlikte öyledir. O halde kim kiminle neyi paylaşamıyor bu yeryüzü yuvarlağında, yaşam ilk özgürlük mü yoksa köleliğin başlangıcı mı şüphesiz bunun yanıtı bulunamayacaktır. Lars Von Trier belki unutulmuş beklide unutturulmuş soruları tekrar gün yüzüne çıkararak, kendi ördüğü anlam ağlarında takılı kalmış bir hayvanın yani insanlığın hallerini anlattığı için evrenselliği yakalamakta zorlanmıyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Http://Www.DurmaYAZ.tr.cx
MentaL
M€M€ÑTØ MØRÍ
M€M€ÑTØ MØRÍ
MentaL


Mesaj Sayısı : 127
Kayıt tarihi : 30/03/10
Yaş : 42

Film Tavsiyeleri Empty
MesajKonu: Geri: Film Tavsiyeleri   Film Tavsiyeleri EmptyPerş. Nis. 01, 2010 6:21 pm

Angst essen Seele auf, Rainer W. Fassbinder, 1973
Rainer Werner Fassbinder'den Korku Ruhu Yer Bitirir, melodrama takla attıran adam !
Özdeşliğin İmkansızlığı
Dünyaya hep bir şeylerin arkasından bakıyoruz. İçinde olduğumuz yapıların, çoğu zaman farkında olmadığımız da başka bir gerçek, Fassbinder, çerçeve içinde çerçeveyi bizim bu bakışımsız dünyamızı, hem bir kapanma hem de bir açılma ile devamlı sürüp giden çatışmalarla dolu yaşamın belki de kırılma noktaları olan anlarını belirli tonlamalarla daha görünür olanın ve daha hatırlanır olanın, “ayrımcılığın anotomisi”ni yaparak dile işleyen siyasetin aracılığı ile gösteriyor.
Fassbinder, duydunuz mu? Diye başlayan sıradan dedikodu hallerinin, kapı arkalarından kolu komşu gözlemenin, duvara kulak dayamanın üst kattakini alt kattakini, yanındakini dinlemenin karmaşık psikozunu, bakışın olağan bir bakıştan ibaret olmadığını gösterirken, bakanın konumlandığı mesafe ve bakılanla girdiği etkileşim düzeylerinin yüzeyselliğini gösteriyor. “Marazlı” göçmenin aidiyetsizliği, yerli olanın ait olma arzusuyla buluştuğunda kimi zaman nasıl da narsist olabileceğini, ideal bir özdeşleşmenin hele bir de farklı aidiyet konumlarında bulunan insanlar arasındaysa daha da zor olduğunu görüyoruz. Devam eden sıradan hayatın faşizan tutumu ve ayrımcılık yalnızca zihinsel değil, bedensel sınırları da çiziyor. Bakan bedensel imgenin bakılan diğer imgelerle -özellikle tutunamayan insanlar- ilgili olarak hep bir içerme ve dışarıda bırakma halinin mevcut olduğu ve hangilerinin özdeşleşme yeri, hangilerinin ise olmadığını, melodramın anlattığı şeyin çözüm yollarından biri olabileceğini görüyoruz.
Çerçeve içinde çerçeve, bu biçimsel yaklaşım; dışlama ve içeriye almanın nasıl ahlak kuralları, normal / anormal ayrımı ile birlikte aslında bir kaos'tan, bir karmaşadan ibaret olan toplumsal mekanın sınırlarını belirleyerek, onu kutulara bölmemize neden olduğunu açığa çıkarıyor. Hiç sorgulamadığımız bir şeyi elimizdeki haritayı, bize: sen şuradasın, senin olduğun yer merkez, sen normalsin, ötekilerse orda, orası anormal diyen “şey”i sorguluyor.
Eğer daima yaşamı belirli konumlarda bulunarak idame ettiriyorsak, yaşam bizi insanın fiziksel yapısındaki benzerliklerden yola çıkarak insanı siyasal propaganda yolu ile kültürel dayanışma için zorluyorsa, böyle bir ahlaki, ya da ahlak karşıtı baskının nedeni nedir? Sorusu ile birlikte Fassbinder yüzleşmeyi gerçekleştiriyor, normal olduğumuzu ve “normal” bir düzenin parçası olduğumuzu bilmekten aldığımız garip hazzın mikro bağlamlarını derinleştiriyor ve aslında normal olanında kötülüğü atfettiği anormalden farklı olmadığını anlatıyor
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Http://Www.DurmaYAZ.tr.cx
MentaL
M€M€ÑTØ MØRÍ
M€M€ÑTØ MØRÍ
MentaL


Mesaj Sayısı : 127
Kayıt tarihi : 30/03/10
Yaş : 42

Film Tavsiyeleri Empty
MesajKonu: Geri: Film Tavsiyeleri   Film Tavsiyeleri EmptyPerş. Nis. 01, 2010 6:21 pm

M, Fritz Lang (1931)
Fritz Lang’ın M filmi seyirciyi benliğin ve toplumun karanlık yönlerini seyretmeye zorlarken, bunalım döneminde bir toplumun adalet arayışının doğuracağı adaletsizliği, dışavurumcu üslup ve perspektif yoksunluğuyla çiziyor.
Beckert’in kontrol edemediği güçler onu ait olduğu toplumsal düzenin kimliklerinden tecrit ederken, Beckert toplumun sorunlu nesnesi “psiko-patolojik” bir nesne olarak konumlanıyor. Bu “psiko-patolojik” nesne benlik ve kimlik ilişkisini başkalarıyla olan ilişkilerinde yorumlamaya çalışırken, boşlukları doldurmada üstesinden gelemediği güçlerin etkisi altında kalıyor. Bu gedikler, Lang’ın filmini izleyen seyirciği benliğin ve toplumun karanlık yönlerine sürüklerken aslında hiçbir zaman başkasının bize verdiği karşılığın anlamından emin olamayacağımız tekinsiz sahaları belirginleştiriyor. Beckert’in kimliğiyle ilgili düşünceleri, toplumun düşündükleriyle örtüşmemektedir. Ötekinin bilgisine ulaşma çabası her zaman onu nesneleştirmeyi de beraberinde getiriyor.
Bu katastrofobi içerisinde, eğer Lacancı psikanalize başvurursak M’nin nasıl oluyor da benliğin ve toplumun karanlık yönlerini yansıttığını sanırım daha iyi anlayabiliriz. Lacan hiçbir zaman özniteliklerimizden herhangi biri olamadığımızı ileri sürer ve eğer doğruluk bireyin doğasından gelen bir özelliği ifade etmek anlamına geliyorsa der; o zaman doğruluk diye bir şey yoktur. Her “temeldenci doğru” dan kuşku duyan Lacan şunları yazar: “ Freud, insanlığın bilgisine doğru diye bir şeyden daha fazla bir şey katmamış olsaydı, Freud’un herhangi bir ahlakçıdan öte bir değeri olmazdı.”
Beckert benliğin aynasını henüz keşfedememiştir. O kendisi için bir serüven olurken toplumun tasarımının dışında bir öznedir aslında. Bu toplum, ne tasarımı dışında bir öznenin varlığını kabul etmemektedir ne de bütünüyle bu özneyi kuşatmaktadır. Filmde bu karanlık yönler özellikle halkın Beckert’i yargıladığı sahnede bariz bir şekilde görünmektedir. Toplumun karanlık yönlerini gördüğümüz yargılama sahneleri boyunca vicdanın oydaşdığı şey “kendinden menkuldur” keyfidir. Toplum Beckert’i görmek istediği gibi görürken, benlik bu görünümü kabul eder ve öyle görür.
Bu gerilim bir göz dağı duygusunu da beraberinde getirmektedir; çünkü bir kimsenin kimliği o kimliğin bir başkasınca tanımlanmasına bağlıdır. Öznelerarası karşılıklı tanımanın olanaksızlığı, başkasının bilincine tam anlamıyla asla vakıf olamamamızın sonucudur.
Beckert’in bilinç dışının izleriyle damgalanan bilinci, eş anlı olarak hem kültürün temeli hem de kültürü yıkma potansiyeli taşımaktadır.
İki normal olmayan arasından daha normal olanın yok etmek üzerine kurduğu adaletin vicdanına kalan Beckert dildeki mücadele alanının bedene aktarılmış hali gibidir.
İnsan’ın iki yüzlü tutumlarının segilendiği film bize belirli bir fikir, düşünce, şahıs veya mekanla özdeşleşen müzik teması içerisinde toplumun sorunlu “nesne” sini dışavurumcu bir üslupla çizerken, adalet arayışının insanlar arasında nasıl adaletsizliklere de yol açtığını, modern kentsel mekanın paradokslarıyla göstermiştir.
İktidarı uygulayanlar, hem de üzerine iktidar uygulananlar adeta iktidar kapanına hapsolmuş durumdadır. Polis şiddet tekelini elinde bulunduran kamu gücü olarak, üzerine iktidar uyguladığı bir başka grubun (suç dünyasının) iktidarıyla birleşir. Bedenler aracılığıyla iş gören bu iktidar Beckert’in yargılandığı sahnede daha normal olanın adaletini temsil eder.
Faşizmin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı bir ortamda benliğin ve toplumun karanlık yönleri, seyirlik bir hal olmanın ötesinde insan ve toplum gerçeği hakkında yeniden düşünmeyi, sorgulamayı gerektiriyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Http://Www.DurmaYAZ.tr.cx
 
Film Tavsiyeleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kültür ve Sanat Hakkında :: Sahne ve ses sanatları-
Buraya geçin: